İNANÇLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR
H.Mehmet SOYSALDI
KİTABIN
KONUSU:
Kelimelerin zaman
içerisindeki mana değişiklikleri yani semantik ilminin verilerinden de istifade
edilerek Kur’an’daki inançla ilgili temel kavramların incelenmesi ve açıklığa
kavuşturulmasıdır. Kur’an-ı Kerimi doğru biçimde anlayabilmek için, yüce
Kur’an’ın edebi incelikler taşıyan metnindeki kelimeleri, onların tarihi
seyrini ve onlarda, zaman içinde meydana gelen değişiklikleri tam bir şekilde
göz önünde bulundurmamız gerekir. Aksi taktirde, Kur’an metnini yorumlarken
hataya düşebiliriz.
Bu kitap yazarının
araştırmaları neticesinde doktora tezi olarak hazırlanmış ve 1994 yılında kabul
edilmiştir.
Araştırmanın asıl amacı,
yüce Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Kur’an-ı
Kerim’in Arapça indirilmiş olması, onun için Arapça’nın anlaşılmasıyla İslami
kavramların ne anlamlara geldiklerinin bütün yönleriyle bilinmesiyle mümkündür.
Bu çalışmada Kur’an-ı Kerim’deki inançla ilgili temel kavramları ele alarak,
onların Kur’an konteksi içerisinde kazandıkları manaları tesbit edip, böylece
Kur’an’ın Arapların inanç sistemlerinde ne gibi köklü değişmeler ve
düzenlemeler yaptığını ortaya koymaya çalışılmıştır.
1.ARAŞTIRANIN
METODU:
Önce semantik tahlilini
yaparak Kur’an-ı Kerim’deki inançla ilgili temel kavramları seçerek başlıyor.
Semantik tahlil için birinci bölümde dört temel kavram seçilmiş. Bunlar
sırasıyla İman, Küfür, Şirk ve Nifaktır. İkinci bölümde ise iman esaslarını göz
önünde bulundurarak inancın konusu olan, Allah, Melek, Kitap, Nebi, Resul,
Ahiret, Kaza ve Kader gibi temel kavramları ele almıştır.
Kelimelerin Kur’an öncesi
anlamları açığa çıkarıldıktan sonra, bu kavramları Kur’an’ın edebi metni içinde
araştırıp nerelerde ve hangi anlamlarda kullanıldığı tesbit edilmiştir.
Kur’an’ın kendi düşünce sistemi ve semantik alanı içerisinde bu kavramlara
yüklediği yeni anlamları da belirtilmiştir.
Semantiğin Tanımı ve Tarihi:
Yunanca, semantikos’tan gelen ve “manalı, manidar, gizli anlamı olan”bir
kelimedir.
Anlambilim, anlam öğretisi
ise, şu manada tanımlamaktadır: “Göstergelerle yada sözcükler ve önermelerle,
onların dile getirdiği anlam arasındaki bağıntıyı inceleyen bilgi dalı”na
semantik denmiştir.
Kelimelerin Semantik Yapısı
Nasıl Oluşuyor? Tanımlar bazen soyut olarak ortaya atılırlar. Bu gibi tanımları
anlamak oldukça zordur. Modern dilciler dilin yaşayan bir canlı gibi
yenilendiğini kabul ederek yeni manalar kazandığını ve bir kelimenin manasında
değişiklikler meydana geldiğini ileri sürerler. İşte kelimelerin yeni manalar
kazanmaları ve manaların değişmesi semantik ilmine girer. Semantik kuralının
gereği olan mananın zamanla değişmesiyle dilde eşanlamlı kelime çoğalmaktadır.
Anlam Değişmeleri: Mantık
açısından anlam değişmeleri başlıca şu üç türde toplanabilir.
a) Anlam
daralması;
b) Anlam
genişleme ve genelleşmesi,
c) Başka
anlama geçiş (yada anlam kayması),
Netice olarak diyebiliriz ki
semantik; bir dilin anahtar terimleri üzerindeki analitik çalışmadır. Yani
kelimelerin tarihi seyir içerisinde kazandığı manalar bakımından yapılan bir
incelemedir. Daha sonra bu kelimelerden hareket ederek kavrama, kavram çekirdeğine
ulaşmağa, anlam değişikliklerini ve bunların nedenlerini belli etmeye
çalışmışlardır.
BİRİNCİ BÖLÜM
İnançla ilgili temel kavramlar:
A- İman; Arapça lügatte mutlak olarak “tasdik etmek”anlamındadır. Çünkü tasdik
eden, tasdik ettiğini yalanlamaktan emin kılmış veya kendisi yalandan emin
olmuş olur.
Kur’an-ı Kerim’de İman en
çok kullanılan kavramlardan biridir. Kur’an’da geçen iman kelimelerini teker
teker incelediğimiz zaman, bu kelimenin Kur’an’da “tasdik etmek, inanmak”
anlamında kullanıldığını görürüz.
Şeriat dilinde iman: “Hz.
Muhammed (sav)’in Allah’tan getirip haber verdiği şeylerin hepsinin doğru
olduğunu kabul ve itiraf etmektir”.
Istılahi anlamıyla İslam,
Allah’ın emirlerine tam teslimiyet ve itaattir. Yani ne yapılacağı ve ne
yapılamayacağı konusunda Allah’ın hükümleri ile hoşnut olmak, tam kabul ile
hiçbir itiraz olmaksızın Allah’ın görev dediğini görev ve yasak dediğini yasak
kabul etmektir. Bu yüzden, bir lisan meselesi olarak iman ve islam arasında
fark vardır. Çünkü iman, lügatte “tasdik” demektir. Oysa islam, “tam
teslimiyet” anlamındadır. Tasdikin özel bir mahalli vardır ve dil onun
tercümanından başka bir şey değildir. Bunun tersine teslimiyet belli bir mahal
ile sınırlı değildir, kalbi, dili, vücut azalarını içine alır.
B-Küfür; Lügatte “bir şeyi örtmek” demektir. Bu sebepledir ki, tohumu toprağa
eken ve böylece onu örtüp gizleyen çiftçilere “küffar” denilmiştir. Kılıcı
örttüğü için kınına, karanlığı ile herşeyi örttüğünden geceye “kafir”
denilmiştir. Hurma çiçeği kapçığına “kafur”, kalça etine “kafire”, tevbe ve
ibadet özelliği taşıyan bazı cezalar da, günahları örttüğü için “keffaret” diye
isimlendirilmiştir.
Ayrıca küfür kelimesi,
imanın karşıtı olarak “tekzib ve inkar” manalarında kullanılmış ve bununla
meşhur olmuştur. Bazen nimeti inkar manasında da kullanılmıştır.
Küfür kavramı, Yüce Allah’ın
nimetlerini insanlara bahsetmesi insanların bu nimetlere karşı tutumu hususunda
kullanıldığında kelime “ele geçen menfaatleri örtmek” yani “bilmemezlikten
gelmek ve bu suretle “nankör olmak” anlamına gelmektedir. Demek ki küfür
kavramının anlam çekirdeğinde “nankörlük” öğesi bulunmaktadır.
C-ŞİRK;
Allah’ın ortağı kabul etmek ve yaptığı ibadetine başkalarını da ortak yapmak
demektir. Bu da putlara, ağaçlara, hayvanlara, kabirlere, gökteki cisimlere,
tabiat kuvvetlerine, ruhani varlıklara ve insanlara uluhiyet vererek
tapınmaktır. Müşrik de; “ortak koşan” demektir.
Şirk, mutlak inkar anlamında
da kullanılır. Çünkü Allah’a ortak koşmak şart değildir, hatta uluhiyyette
Allah’a denk bir varlığın olduğuna inanmak, mutlak şirktir. Çok ilaha inanmak
olan polietizm şirkin en belirgin
şeklidir. Genel bir tanımla şirk; Yüce
Allah’ın uluhiyyetinde, sıfat ve fiillerinde, eşi ve ortağı bulunduğunu kabul
etmektir.
Kur’an, şirki, en büyük
günahlardan sayar. Özellikle affedilmez olduğunu belirterek böyle bir fiili,
işlenmemesini ister. Şirkin büyük günah oluşu, insanın yaratılmış olduğunu
unutarak kendisini tesadüfün veya adi bir maddenin icadı olarak görmesinden dolayıdır.
D-NİFAK; lügatte; tükenmek, azalmak; ruhu çıkmak, ölmek, eşyaya rağbetin çok
olması ve alışverişin artması, yaranın kabuk bağlaması gibi çeşitli anlamlara
gelir.
Kur’an’da bu kavramı,
“dıştan mü’min görünüp içinden inkar eden iki yüzlü insanlar” manasında
kullanmış olarak görmekteyiz.
Ne zaman kafir bir toplumda
Allah’ın daveti zafere ulaşır, Allah kelimesi yücelir, insanlar akın akın
Allah’ın dinine girer, küfrün kuvveti temelinden sökülür, kafirlerin
hükümranlığı yok olur, kuvvet ve kudret müslümanların eline geçerse; işte o
zaman mü’minlerle beraber İslam toplumunda imansız münafıkların bulunması
mümkündür. Münafıklar Müslümanların hakimiyetinden korktukları için, kafirlerle
beraber açık bir şekilde inkarları üzere kalmazlar. Küfürlerini gizleyip,
İslam’ı izhar ederler. Galibiyet, hakimiyet ve otorite kafirlerde olduğu
müddetçe münafıklık ortaya çıkmaz. Çünkü bu durumda inkarlarını açığa vurup,
İslam’a karşı direnmelerinden hiçbir korkuları yoktur. Bundandır ki Mekke
döneminde hiç münafık yoktu.
Nifağın aslı kafirlik ve
korkaklıktır. Küfür, münafıkların kalplerinde gizlediği inkar, korkaklık ise,
gizlediği inkarının aksini açığa vurmasıdır. Bundan dolayı münafık korkak,
alçak ve yüreksiz olur.
Münafık kafirden daha
tehlikeli ve daha zararlıdır. Çünkü inkarda kafirle eşit olup, hile ve saptırma
bakımından ondan daha ileridir. Onların kalplerinde hastalık vardır, Allah da
hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemelerinden ötürü onlara acı bir azap
vardır. Münafıklar, müslümanları zayıflatıp çökertmeye, saflarını parçalamaya
ve onları kendi aralarında birbirine düşürmeye hırs gösterirler. Yalancılık ve
yalan yere yemin etmek de münafıkların sıfatlarındandır. Kötülüğü emir ve
iyilikten sakındırmaları, haksızlık ve ahde vefasızlık da münafıklık sıfatıdır.
İKİNCİ BÖLÜM
İnancın konusu olan temel kavramlar
A-Allah kavramı: Allah kelimesinin herhangi bir kökten türemiş olmayıp sözlük manası
taşımadığı ve gerçek mabudun özel adını teşkil ettiği, yahut sözlükte bir
anlamı olsa bile gerçek mebuda ad olunca bu anlamı kaybettiği fikri
benimsenmektedir. Cahiliye devrinde bütün göçebe kavimler gibi Arabistan
bedevileri de kainatı yaratan, yağmuru yağdıran yüksek bir gök tanrıya
inanıyorlar ve ismine Allah diyorlardı.
Kur’an’a göre ise Allah,
varlığı gerekli olan yüce ve eşsiz olan, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, bütün
kemal sıfatlara sahip, herşeyi yaratan, ibadete layık ve bütün noksanlıklardan
münezzeh olan bir zattır.
Allah kavramını semantik
açıdan değerlendirecek olursak; Allah, Kur’an düşünce sisteminde en yüksek odak
kelimedir. Onun için bu sistemde Allah fikri yukarıdan aşağıya herşeye hakim
olur ve bütün anahtar terimlerin semantik yapısı üzerinde derin tesir gösterir.
B-Melek kavramı: Bunlar Allah’ın emirlerini eksiksiz yerine getiren itaatkar
mahluklardır. Allah’a karşı gelmezler. Allah’ın emirlerini yerine getirirler,
insanlara yardımcı olurlar, onun iyi ve kötü bütün davranışlarını tesbit
ederler.
Araplar Kur’an’ın nüzulünden
önce melek kelimesini, “Allah’ın risaletini tebliğ eden ve O’nun katında şefaat
eden ruhani varlıklar” anlamında kullanmışlardır.
Kur’an’ı Kerimi baştan sona
dikkatli bir şekilde incelediğimiz zaman melekler hakkındaki cahiliye devri
Araplarının önce zikretmiş olduğumuz inançlarında çok büyük değişiklikler
getirmiştir. Melekler kendi aralarında çeşitli sınıflara ayrılmıştır. Bu
suretle üniversal varlık hiyerarşisi içinde bir melekler hiyerarşisi de
kurulmuştur. En önemli husus ise meleklerin tanrılık vasfını kaybetmeleridir.
Onlar da insanlar gibi Allah’a ibadet ve itaat etmek için yaratılmış Allah
kullarıdır. Bu hususta cinlerin durumu da meleklerin ki gibidir.
C-Kitap kavramı: Kur’an’ı Kerim’den iki şekilde tefsir edilmiştir: Birincisine göre
kitap, arşta saklanan, kainatın ahvalini içeren kitaptır, Allah’ın ezeli
ilmidir. Diğer tefsire göre kastedilen kitap, Kur’an’ı Kerim’dir. Allah
Kur’an’da insanlar için lüzumlu olan herşeyi açıklamış, hiçbir şeyi eksik
bırakmamıştır. Kur’an din kitabıdır. İnsanların dinde muhtaç oldukları herşey
Kur’an’da vardır.
D-Nebi ve Resul kavramı: Resul; kendisine vahiyle şeriat verilen ve onu
tebliğ ile görevlendirilen peygamberdir. Nebi; kendisine şeriat verilmeyip, bir
önceki şeriatla amel etmesi ve onunla toplumu, yani gönderildiği kavim veya
milleti eğitmesi emredilen peygamberdir. Bu tarife göre, her resul aynı zamanda
nebidir, ama her nebi resul değildir.
Araplar beşer cinsini,
Allah’ın risaletini taşıyacak güçte görmemişlerdir. Araplar üstünlüğü mal ve
mülkten ibaret görüp, insanın manevi yönünü inkar etmişlerdir. Hastalıkta,
sıhhatte, fakirlikte ve zenginlikte peygamberle beraber olmalarından dolayı, Allah’ın
elçileri olduklarını uzak görmüşledir. Zira cahiliyye dönemine göre;
peygamberlerin herşeyde ileri olmaları gerekirdi.
Prof. Dr. Süleyman Ateş
tefsirinde şöyle demektedir: “Resul ile nebinin aynı anlama gelip gelmediği
üzerinde ayrı görüşler vardır. Genel kanıya göre resul, insanları irşad için
gönderilen ve kendisine vahiy gelen peygamberdir. Haber veren anlamındaki nebi
ise vahiy değil, sadece ilham alan, ya da rüyada kendisine ilahi düşünceler
verilen peygamberdir.
E-Ahiret kavramı: Kur’an-ı Kerim’de ahiret günü, ahiret yurdu gibi isimlerle
isimlendirilen ahiret; kıyametle birlikte başlayan yeni yaşantıya verilen genel
bir isimdir. Bu dünya hayatından sonra başlayacak olan yepyeni bir hayattır ki
mü’minler buna kesin olarak inanırlar. Dünyaya neş’e-i ula(ilk yaratma),
ahirete neş’e-i saniye(ikinci yaratma) denir.
Ahiret ebedi hayattır.
Ahiret hayatını, bilginlerden kimi tamamen ruhani, kimi de hem ruhani, hem
cismani kabul eder. Fakat Kur’an’ın ruhundan anladığımıza göre bu hayat, hem
ruhani hem de maddi ve hissidir. Ancak ahiretteki maddi hayatı, bildiğimiz şu dünya
maddesinden mahiyet itibariyle farklıdır.
Ölüm, İslam öncesi Araplar
arasında bir yok oluş olarak kabul edilmiştir. Onlara göre ölüm bir sondur.
Ölüm ötesi onları hemen hiç ilgilendirmemiştir. Onların çoğuna göre bu dünya
hayatından sonra hiç birşey olamaz. Vücut toprağa gömülünce çürür toz toprak
olur, ruh ise bir rüzgar gibi uçup gider.
Kur’an öğretisinde ahiret
kavramı insanın ölümünden sonraki ebedi, sonu olmayan, gelecekteki bir hayatı
ifade etmektedir. Ahiret kişinin ölümü ile, başka bir deyişle dünyadaki
hayatının sona ermesiyle başlayan yeni, ancak bu defa sonsuz bir hayat
dönemidir.
Kur’an ahireti anlatırken,
kullandığı üslup dikkatleri çekici, muhatapta vicdani tepkiler uyandırıcı, onun
iç hayatında bir hareketlenme meydana getirir. O alem sanki bizzat muhatabın
gördüğü bir resim, adeta bir canlı, bir şahıs haline gelmiştir. Böylece bu
ayetleri okurken, muhatap kah son derece heyecanlanır, kah tüyleri ürperir, kah
korkuyla dolar, kah huzur ve güven duyar, kah ateşin yalımları ile sarılır, kah
cennetin latif rüzgarlarını hisseder. Böylece vaadedilen günün gelmesinden
önce, onu bu dünyada tanır.
F-Kader ve Kaza Kavramı: İnsan hayatının en önemli çağı, son çağıdır. Yani
ölümüdür. Cahiliyye insan düşüncesine göre ölüm, en önemli meseledir. İnsan
hayatının başlangıç çağına fazla ilgi göstermemiştir. Şayet düşünülseydi,
normal olarak başlangıç Allah’a bağlanırdı… Onlara göre insan da varlığını
Allah’ın yaratmasına borçludur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir
nokta var: İnsan yaratılınca, Yaradanıyla bütün bağlarını keser. Ve yeryüzüne
geldiğinden itibaren varlığını, çok daha kuvvetli bir patronun eline koyar onun
yönetimine girer. Bu diktatör patronun yönetimi, ta insanın ölümüne kadar
sürer. Ölüm de hayatı boyunca zulmü altında inlediği bu zalim diktatörün son
darbesidir.
Allah kainatta ne olacak ise
onların hepsini vukuundan önce bilir. Allah’ın bildiği şeyler de zamanı gelince
olur. Bunlardan kaçmak mümkün değildir. İşte İslam’da kader budur.
Prof. Dr. Süleyman Ateş
tefsirinde ; “Müfessirler, bazı rivayetlere dayanarak kader meselesine
girmişlerdir. Kader Allah’ın ezeli ilmidir ve Allah zamansız olduğu için O’nun
ilmini bizim ölçülerimizle değerlendirip o bilginin mahiyeti hakkında bir hüküm
vermemiz yanlış olur.
Kaza’nın anlamı ise, yapmak
yerine getirmek, tamamlamaktır. İrade ve karar verme anlamı mecazidir. Bir şeyi
tamamlamak demek olan icad, önce onu istemekle olur. Bu istek sonucunda iş
yapılır. Bundan dolayı işi yapmak, tamamlamak anlamındaki kaza, mecazen
irade(istemek) anlamında kullanılmıştır. İbnu’s-Seyyid’e göre kaza ve kader
aynı anlamdadır. Fakat genellikle kaderi, bir şeyi yapmazdan önce takdir etmek,
kazayı da planlanan şeyi uygulamak, yoktan varlık alanına çıkarmak şeklinde
ayırmışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder