RASULULLAH'IN DİPLOMATİK MÜNASEBETLERİ
Abidin SÖNMEZ
Genel Değerlendirme:
Peygamberimiz
zamanında müslümanların diğer milletlerle münasebetleri anlatılıyor.
Peygamberimizin (sav) elçi kabul etmesi, onlara hediye verip onlardan hediye
alması, azmi, kararlılığı, sözünden dönmemesi vb. konular inceleniyor.
Uluslararası ilişkileri İslami açıdan inceleyen ender kitaplardan birisi.
Giriş:
Sulh kelimesi fesadın
zıddıdır. İyi olarak, uygun olarak iki tarafın anlaşması aralarının düzelmesi
manasına gelir.
Musalaha ise davacı ile dava
arasındaki husumeti ortadan kaldıran bir akittir. Musalaha taraflar arasında
emniyet sağlar ve her iki tarafı da birbirine saldırmaktan men eder.
Asr-ı saadette Resulullahın
akdetmiş olduğu musalahalar Kur'anda harp ve sulh hukukunu ilgilendiren
ayetlerin tefsiri mahiyetinde olup Hz.Peygamberin kavli ve fiili sünnetidir.
Ahd; kökünden alınan muahede kelimesi ahidleşmek, ahd ise yeminle teşvik edilen
akit, söz verilen hususu her halükarda korumak demektir. Muahede ise sulh
şartlarını bildiren muhasim taraflarca kabul edilerek imza edilen belgedir.
Ahd ve Akid ise teşvik
olunmuş ahd yani bir şeyi diğerine sağlam surettet bağlayan düşüm demektir.
Hz.Peygamber sağlığından gayri müslim kabile veya devlet yönetimleri ile sulh
musalahaları akdederken şüphesiz ki dayandığı kaynak Kur'an olmuştur. Bununla
beraber Kur'an da olmayanlar hükümler de sünnetine göre hareket etmiştir. Asrı
saadette musalahalara esas olan sözü edilebilecek üçüncü kaynak ise örf ve
adetlerdir. Bir kısmını kaldırmışken bazılarını ise hal üzerinde bırakmıştır.
İlk etapta Resulullah'ın musalahaları bunlara dayanırken daha sonra zamanla
ilaveten İslam hukukçularının içtihat ve reyleri, icma ve kıyas, hakem
kararları, komutan, amir ve hakemlere verilen resmi talimatlarda eklenmiştir.
Musalahayı Hazırlayan
Şartlar
Karşı tarafta İslam Devleti
arasında musalaha yapılması için bazı şartlar vardır ki onlar; Gayri
Müslimlerin sulh ve barış yoluyla bir musalaha akdederek İslam Devletinin
hudutları içinde yaşamak zorunda kalmaları.
Bir gayri müslim devletin
İslam Devleti ile harbe girip harbin neticesinde teslim olması ve boyun eğmesi.
Hiçbir zorlayıcı bir sebep olmaksızın sırf İslam Devletinin himayesi altına
girmesini kabul ederek kendisiyle bir sulh muhadesi akdetmesi.
Şu hususa dikkat etmek
gerekir. ki bu hükümler zamana ve zemine göre ele alınan hükümler bir kendi
isteğiyle sulh isteyen ve bir de savaşta yenilen bir devlet için aynı muamele
yapılmaz. Bu hususlarda hangisi olursa olsun Himayeyi kabul eden devlet zımmi
sayılır. Bu durumda can ve malları korunur ve karşılığında cizye ödemek zorunda
kalır. Musalaha unsurları ise; İslam hukukunda muahedeni şartları yani akd açık
ve belirli manaya sahip olup yapılan anlaşmalarda tamamen her iki tarafın
rızası öngörülür. Muahedenin taraflarından birinin muvaffak ettiği karşı tarafa
ulaşırsa buna "icap", diğer tarafın buna muvaffak etmesine
"kabul" denir.
Denildiği üzere rıza,
şarttır bu ister sulh yoluyla ister zorlayıcı yollarla olsun önemli olan
rızanın varlığıdır. Rızanın varlığının yanı sıra imzanın da çok büyük önemi
vardır. Tastik yetkisi olanlarca imza edilmedikçe anlaşma hiçbir hüküm ifade
etmez. Nitekim Hz.Peygamber yabancı hükümdarlara mektup göndermeye karar
verdiği vakit H 6. senesinin sonlarına doğru mühür kullanmaya başladığı
ittifakla ifade edilir. Hz.Peygamber Dümet-ül Cendel Reisi Ukeydir ile bir
muahede akdettikleri zaman muahede metninin altına parmağı ile mürekkepten bir
çizgi veya işaret koyduğu nakledilen rivayetler arasındadır.
Şeybani ve diğer İslam
hukukçuları Bakara suresinin 282. ayetinde ve Hz.Peygamberin sünnetine
dayanarak sulh muahedesinin yazılı olması gerektiğine kani olmuşlardır. "
Birbiriniz, emin bulursanız kendine güvenilen kimse üzerindeki emanet borcu
sahibine ödesin." Ayetinin ibaha ve irsat için olduğunu beyan etmişlerdir.
Sürenin Belirlenmesi:
Taraflar arasında
kararlaştırılan muahedenin yazılış ve yürürlüğe giriş tarihi ve muahede
süresinin açıkça belirtilmesi ileri sürülmüştür.
Hz.Peygamberin yaptığı sulh
muahedelerine de bazılarının süresinin sınırlanmış bazılarının ise tahdit
edilmeyenlerinde olduğu görülmüştür. Gayri muayyen süreli olanlar mezkur ayete
istinaden 4 ay önce haber verilmek suretiyle feshedilmesi cihetine gidilmiştir.
Müddete bağlı olan muahedelerde müddet bitmedikçe herhangi bir husumet
belirtisi gösterilmez. Bu durumda şu hadis aktarılır; “Her kim bir kavimle
anlaşma yaptıysa müddeti bitinceye kadar ( bu ipin ) üzerine bir düğüm
düğümlesin ve onu çözmesin."
Musalaha Yapma Yetkisi:
Yapılan musalahalarda yetki
meselesine gelince, her zaman tastik mercii hazır vaziyette bulunmayabilir. Bu
durumda mudahedeler devletlerin temsilcileri tarafından müzakere edilecek
muvakkaten karara bağlanır. Bu görüşme esnasında salahiyet dışı mesele
görüşülmez veya yetki istemek üzere ilgili makama müracaat edilir.
Heyetler verilen talimata
uygun şekilde hareket etmemişlerse ve yetki sınırlarını aşmışlarsa bu gibi
durumlarda tasdik işlemini reddedilmesi ve yapılan muamelenin hükümsüz ve
geçersiz olacağı tabidir. Netice; Hz.Peygamberin ve halifelerin seçtikleri delegelerce
yürütülen sulh görüşmeleri sonunda son şeklini alan sulh şartlarını
onaylamaları vekil yada temsilcinin yetki sınırlarını aşıp aşmadığının
denetiminden ibaret bulunmasıdır ki, onun koşul veya tasdiki musalaha onaylama
anlamına gelir. Yetkili makamın onaylaması ile de bütün müslümanları bağlayıcı
nitelik kazanır.
Modern hukuk sistemlerinde
de muahede yapmak yetkisi ile onay yetkisi daima birbirinden ayrı olarak
değerlendirilmiştir. Osmanlı Devletinde muahede padişah adına vezir, sadrazam,
kazasker vb. tarafından müzakere parefe edilmiştir. Muahedenin onaylanmasında
doğrudan doğruya padişaha aittir. Görüldüğü üzere hemen hemen her devirde bir
tasdik mercii söz konusu olmaktadır. Ancak bu tasdik mercii, aynı zamanda sulh
şartlarını görüşme yetkisine de sahip olabilir. Peygamber efendimiz musalahada
lisan ve yazı usulüne ayrı bir önem vermiştir. Göndereceği elçilerin o dili
konuşmalarına emniyet ederdi. Mesele Yahudilerle yapılan muahedelerde
katiplerine İbranice öğrenmelerini emretti.
Hukuki metinler beşer yapısı
oldukları için zamanla taraflar arasında yeni bir takım anlaşmazlıkların olması
muhtemeldir. Mustahen tarafları onun bazı maddelerinin kendi çıkarlarına uygun
düşecek biçimde yorumlamaya kalkışabilirler. İşte bu durumda başka isnadatına
kalmasına meselenin halli için musalaha kurulacak bir komisyona havale edilerek
halledilir, veya muahedeye dahil olması suretiyle gerçekleştirilir.
Hakemlerin Dikkat
Edecekleri Hususlar:
A-
Kelimelerin tek tek incelenip kelimenin tabir ve mufat arasında metinin içinde
yeni bir mana çıkmıyorsa inceleme durdurulur. Yeni manalar çıkarsa diğer
usullere başvurulur.
B-Burada
sözleşmenin mahiyeti, gayesi, hükümleri, hazırlanışı ve kabul ediliş usulü
nazar itibara alınır. Yeni mana buna göre biçimlendirilmiştir.
C-Bir
vesikayı batıl hale sokan yorum tarzını kusur etmemek prensibi musalahada hal
ve şartların icabına göre gerekli tadilat yapılacağına dair. Her hangi bir
kayıt ulunmayabilir. Bu gibi durumlarda tadil isteği tarafların her hangi bir
tarafından gelebilir. Bu isteğe karşı taraf rıza gösterebilir.
İslamın asıl maksadı sulh
içinde yaşamak olduğu için düşmanlar akdedilmiş olur. Musalaha şartlarına
dikkatle ve titizlikle riayet edilmesi istenmiştir. Nitekim Hz.Peygamber
"İslam da Hilt yoktur, hilt cahiliyededir. buyurmaktadır ve Cenab-ı Hak
vefayı müminlerin sıfatlarından saymıştır. Ve ters düşen herhangi bir hususta
ise yüz tane şart kılınmış olsa bunun batıl olacağını haber vermiştir.
Efendimizin işte bu madde daha başlangıçta batıl olacağından Hukuki bakımdan
bağlayıcı niteliği yoktur. Bunun dışında bile aleyhte bile olsa uyulması
vecibedir.
İslam dini ahde vefa görüşmelerini
sülalelerden ısrarla istemiştir. Ancak öyle durumlar olur ki bu vaziyette hala
musalaha şartlarına bağlı kalmak büyük bir haksızlığa sebep olabilir. Bunun
için karşılıklı hak ve mesuliyet ihtiva eden muahede de çeşitli sebeplerle fesh
edilebilir.
1-)
Musalahadan Makzi; bir müslüman devlet hiçbir zaman karşı taraftakilerin gayri
müslim olduğunu ileri sürerek eline fırsat geçtiği zaman sulh akanı bozma
cihetine gidemez. Çünkü onun ahdi Allah içindir ve ona sadık kalmalıdır. Hatta
müslüman devletin zaruret altında İslam nizamına aykırı olarak akdetmiş olduğu
muahedeler zaruret devam ettiği müddetçe muteber sayılır. Akit tarafın ihaneti
her zaman açık olmayabilir. Fakat hal ve davranışlardan onun muahede bozma
eylemi olduğu sezilebilir. Bu durumda kendilerine yazılı veya sahafi olarak
önceden haber verilmek suretiyle belirli bir süre içinde aralarındaki sulh
akdine son verilebilir.
2-)
Belirlenen müddetin sonunda fesh hakkı ; taraflar arsında yapılan muayedeler
belirli bir süre ile sınırlı olamaya bilir. Bu gibi hallerde muayedeyi sona
erdirmeksizin tarafların muahadenin şartlarına riayet etmesi kaydıyla müddetin
itamını beklemek gerekir.
3-)
Müddete bağlı olamaksızın fesh hakkı; İslam devleti ile diğer haşim taraf
arasında sırf muahede yapıldıktan sonra akdin tarafları kim olursa olsun onu
haber vermeksizin bozmaya kalması ve muahedeyi feshetmesi taraflardan diğerine
ihanet olacağı için haramdır. Ancak muahedeler esnasında istendiği zaman
muahedenin tek taraflı olarak belirli bir süre önce haber verilmek suretiyle
feshedileceğine dair hüküm yer alabilir. Bu durumlarda bir mesuliyet söz konusu
olmamaktadır.
Diplomasi ; gerek Resulullah
(sav) gerekse diğer devrelerde bir yardımcı unsur olarak müracaat edilmiştir.
4-)
Elçiler: İslam devletide diğer gayri müslüman devletler ve kabileler arasında
münasebetler genellikle elçiler vasıtasıyla görülmüştür. Resulullah'ın
göndermiş olduğu elçilerine gelince bunların hadis yanılmasına katkıları
oldukça fazladır. Çünkü onlar daha ilk devirlerde gitmiş olduğu ülke liderlerine
ve halkına sadece Hz.Peygamberin hususi bir mesajını iletmekle kalmamış aynı
zamanda onun kavli, fiili ve hatta taktiri sünnetine ilişkin pek çok
hususlarını da nakletmişlerdir.
5-)
Peygamberin seçtiği elçiler halim, selim kimselerdi. Hitabet kabiliyetleri çok
fazla, belagat ve fesehat sahibi idiler. Hasmını ikna kabiliyeti kuvvetli
deliller getirme özelliklerine sahip gönderildikleri ülkenin lisanına vakıf
idiler. İslamda " elçiye zeval olamaz" sözü devlet politikası haline
gelmiştir.
a-
Elçilerin can ve mal emniyeti; elçiler sadece kendi can ve mal emniyeti temin
etmekle kalmamakta aynı zamanda beraberinde bulundukları kimselerinde şahsi
masuniyetten faydalanırlar ve asla öldürülmezler ve ancak fevkalade hallerde (
casusluk şüphesi ) göz altında tutulabilirler.
b-
Elçilere iyi muamele edilmesi
c-
Elçilerin din ve vicdan hürriyetleri
d-
Elçilerin gümrük muafiyeti
Elçilerin kabulü; Sahabelere
bir elçinin nasıl ağırlanmasını öğretiyorlardı. Çünkü gelen elçiler çoğunluğu
putperest yada ehli kitap idi .Ancak her ikiside kendi ananelerine göre
amirlerin önünde secde ederlerdi durumu bilmedikleri için aynı şeyi
Hz.Muhammed’in(sav) huzurunda da yapmakta idiler. Bunun bertarafı için önceden
büyük çaba harcamak gerekliydi ve bu çaba harcanırdı.
Kabul yeri ve kıyafeti;
Hz.Peygamber’in diplomatik manada elçileri kabulü Medine devletinde
başlamıştır. Kendisi Medine’de bulunduğu zaman utadı üzere Cami-i Kebirde
elçileri kabul ederdi. Karşılama sırasında daima güzel elbiseler giyerdi.
Resulullah’ın
elçilerinin hediyelerinim kabulü;
Nasıl kendisine gönderilen
elçilerin getirdikleri hediyeleri kabul etmiş ve kendilerine hediyelerini
takdim etmiştir. Ama asla sadaka kabul etmemiştir. Ayrıca kabul ettiği
hediyelere doğrudan doğruya devlet
hazinesine giderdi.
Resulullah’ın elçilere
hediye takdimi;
Resul hususi elçiler
vasıtasıyla İslam’a çağırdığı yabancı hükümdarlar kendisi hiçbir suretle hediye
göndermemiştir. Nebi (as)'in vefatı sırasında vasiyet ettiği ilk şeyden birini
ise benim kendilerine hediye verdiğim gibi hediye veriniz şeklindeki tavsiyesi
olduğunu bildirmiştir. Genellikle çeşitli vesilelerle kendisine hediye gönderen
devlet ricalinin hediyelerinden diğer ülke elçilerine hediyeler verirlerdi.
Devam edegelen kin ve
husumet ortadan kaldırarak savaş etmemiştir. Çünkü kurmayı tasarladığı şehir
devleti ancak bu şekilde vücut bulabilirdi. Bu maksatla çeşitli etnik gruplarla
müşaverede bulundu. İkili ayrıklıklara önem vermedi. Bu birliği sağladıktan
sonra muhacirler Evs ve Hazrec kabileleri ile Yahudi kabileleri arasın
federatif bir devlet kuruldu. İdare edenlerle edilenlerin hak ve vecibelerini
teferruatıyla açıklayan bir vesikayı da bu devletin ilk anayasası olarak ilan
etti. İbn-i İshak bildirdiğine göre Resulullah(sav) Medine 'ye hicret ettikten
sonra ilk önce ensar ve muhacirler arasında bir sözleşme addetmiştir. Daha
sonra ise Yahudilerle müslümanlar arasında kardeşiliğe ilişkin hususlar
görüşülüp kesin olarak karara bağladıktan sonra diğer gayr-i müslimlere karşı
hak ve vecibelerin müzakeresi yapılmıştır.
Hukuki Durumu:
Pek çok müellif bu vesikanın
dünyada vücuda getirilen ilk anayasa olduğunu savunmaktadır. Bu incelendiği
zaman bu modern bir hukuk sistemidir. Anayasa düzenlemesine ait temel esasları
eksiksiz olarak ihtiva etmektedir. Yahudi kabilelerinin başına gelen hadiselerde
askeri ve hukuki bakımından aşağıdaki neticeleri çıkarmak mümkündür.
a-Ahd
yapılan devletin sulh bozmasına ilişkin haberlerin öğrenilmesinden sonra
kendisine karşı düşmanca tavır takınılması
b-Bir
ordu kumandanı harb esnasında gelebilecek her türlü tehlikeyi gözden geçirmesi
ve gerekli tedbirleri zamanında alması
c-Her
elçinin yetki verilen hususlarda konuşması diğer hususlarda susması
d-Hakem
kararını verirken hukuk prensiplerine bağlı kalması tarafların kesin
muvafakatını ve rızasını almayı ve diğer musalahalarda sulh önünde bulundurmayı
ihmal etmeyecek.
e-Bu
nazik durumda ve maslahatın gerektirdiği hallerde karara merciği karara verme
yetkisini taraflarda güvenini kazanmış olan bir zata veya heyete devredebilecek
f-Muahedenin
ahdi bozulduğu vakitte harb olduğunu ve onlara karşı ehli harbe ait ahkamın
uygulanacağına dair bir tebligat müşahede edilmektedir
g-Ahdi
bozana karşı imamın tam bir serbestiyete sahip olduğunu dilediğini
sürebileceğini, öldürebileceğine cevaz olduğuna şahit oluyoruz.
e-Nihayet
İslamı kabul edenlerin İslamın himayesi altına girdiklerinde can ve mal
emniyetlerini sağladıklarını görmek mümkündür.
i-İster
kadın isterse kadın olsun yenilen tarafın katledilebileceğine bunların
dışındakilerin çocukların, masum kadınların, yeni harbe iştirak etmemiş olanlar
katledilmeyecek, esir edilebileceklerine müşahede etmekteyiz.
j-Yahudiler
Resulün şahsına kastetme girişimleri olmasına rağmen onları sürgün etmemeleri
fakat İslam devletine kastetmesi söz konusu olduğu zaman affedilmemeleri dikkat
çekicidir.
Hudeybiye:
Hudeybiye’de imza edilen
musalaha dış görünüşü itibariyle bir takım ağır şartlar ihtiva ediyordu.
Peygamberimiz ashabı kiramın hoşnutsuzluğuna sebep olan böyle bir musalahayı
kabul edip imzalarken kendi iradesiyle mi hareket etmişti.
Çoğu alime göre
musalahamenin kabulü ve imzalanması vahye dayanmaktaydı ve Hz.Peygamber
ashabının üzüntüsünü görünce; Hz.Osman Mekke'ye elçi gider. Şehit edildiği
haberi gelince Mekke’deki müslümanlar toplanıp Resullullah’a biat eder; bu vaka
İslam tarihinde Beyat-ı Rıdvan diye bilinir ki Cenabı Hakk'ı bile Mehtü
senasına mazhar olmuşlardır "müminler ağaç altında sana biat ederlerken
Allah o mü'minlerde razı oldu" bu beyat Kureyş tarafında duyulmuş ve sulh
müzakerelerine Resul davet edilmiştir. Şartlar ise hicret eden kadınların
iadesi gibi çok ağır şartlar içermekteydi. Sonuçları, ise Resulullahın
Hudeybiye’ye 400 kişi olarak girmesine karşılık Mekke'ye 10000 kişiyle
girmiştir.2 sene içinde artış hızını görmek mümkündür. İşte bunu için Fetih suresince
Cenab-ı Hakkın müessir kıldığı Fethi mübin Hudeybiye zaferinin ta kendisidir
denilebilir.
Çünkü Hz. Peygamberin
silahsız, mühimmatsız bir kısım ashabı ile birlikte Mekke’nin harimi dahiline
varıp Hudeybiye'yi karargah seçmesi, en azılı düşmanına karşı Beyat'ı Rıdvan
yapması ve onları sulh istemeye bırakması en parlak bir zaferdir, kan
dökülmeden kazanılan gerçek bir zaferdir.
a-Rasul’un(sav)
azim ve kararlı tutumu
b-Sahabenin
Rasul’e sadakatle bağlılığı
c-Resul’ün
kesinlikle harp etmemek niyetinde bulunması
d-Kureyş’in
göndermiş olduğu temsilcilerin önünde sahabe bağlılığının gösterilmesi
e-Beyat'ı
Rıdvan hadisesi
f-Kureyş’in
daha önce harplerde müslümanların gücünü bilmeleri
g-Yapılan
harpler neticesinde Kureyş’in zayıf düşmüş olması ve ticaret yollarının
kapanması
h-Ebu
Cehil ve Ebu Leheb gibi elebaşılarının ölmüş olmaları
ı-Kureyş
kabileleri arasında hoşnutsuzluk baş göstermesi ve Resul’ün Kureyş’e yapmış
olduğu yardımı ve tutumu Hudeybiye anlaşmasına zemin hazırlayan sebeplerdendir.
Resul’ün Hudeybiye
barışından sonuna kadar değişik tavırlar içinde görmekteyiz. Kureyş tarafından
gönderilen delegelerin mizacına göre tavır takınmakta kimisine karşı sert,
kimisine karşı yumuşak davranmakta ve kararlı tavırlarıyla tam bir şecaat
örneği göstermesine rağmen İslamın temel prensiplerini zedelemeden gerekli
esneklik göstermesi takdire şayandır. Resulullah’ın Kureyş ile olan
münasebetleri siyasi bir vesika ile karara bağlandıktan sonra siyaset ve harp
meydanında tam bir canlılık baş göstermiştir. Kısaca söylemek gerekirse
Hudeybiye musalahası büyük bir fetihtir. Siyaset sahasında elde edilen fetih
ise harp sahasındakinden daha büyüktür. Bunun için cenab-ı hakkın övgüsüne
mazhar olmuştur.
Netice
Hz. Muhammed (sav)
risaletinin başlangıcından sonuna kadar 23 sene boyunca mülkün gerçek sahibini
tanıtmaya ve onun prensibini yeryüzüne hakim kılmaya çalışmıştır. İnsanları
saadet ve selamete çağırırken nice sıkıntılarla karşılaşmış nice binlerce cefa
içinde safa nimetini derlemiştir. Kararan kalpleri Kur'an nuruyla aydınlatmış
ilahi feyzin bereketiyle mana aleminin hikmetli pencerelerini aramıştır.
Ebedi kurtuluşa erebilmeleri
için bütün insanlara ve cinlere saadete çağıran ellerini uzatmıştır. Necaşi
gibi ona tutulanlar selametle sahile çıkmışlar, Kisra ve Herakliyus gibi ondan
yüz çevirenlerde nefislerinin gönüllerine taht kurdukları putları ile birlikte
küfür karanlıklarında boğulup gitmişlerdir.
Kurtarıcı mesaja kulak
verenler sağırlıktan kurtulmuşlar ; hakkın nurunu görenler bir daha kör
olmamışlardır. Kalp gözleri açılanlar gönül penceresinden nice binlerce alemi
müşahede edebilme nimetini elde edebilmişlerdir.
İşte "bütün alemlere
rahmet olarak gönderilen" Hz.Muhammed, bütün cihanın ilahi lütfa mazhar
olması için çalışmış merhametini Arap ve aceme, ins ve cin herkese ulaştırmaya
gayret etmiştir. Davetine icabet edenler kurtuluşa ermiştir, davetinden yüz
çevirenlerde bedbaht ve perişan olmuşlardır.
Hidayeti istemeyene hidayet
verilmez. Doğru yola yönelmeyene yol gösterilmez. Hakkı aramayan onu bulamaz.
Haktan yüz çeviren iki cihanda da perişan olur. Resulullah risalet vazifesinin
gereği olarak, herkesi Haktan haberdar etmiş fakat kabul edip etmemekte
kendilerini vicdanları ile baş başa bırakmıştır.
İslam davetini kabul
etmeyenlere sulh yapmak üzere elini uzatmıştır. Ancak bundan da yüz çevirenlere
haddini bildirmekten başka çare kalmamıştır ki, işte Resulullah’ın yapmak
zorunda kaldığı savaşlar, Allah’ın mülkünde onun hakimiyetini teessüsü etmek
için vuku bulmuştur.
Hz.Muhammed’de her fani gibi
vefat etmiş ve ilahi rahmete kavuşmuştur.
Ancak Onun risaleti ilk
geldiği günkü gibi saf ve tazeliğini muhafaza etmektedir .çünkü onun diğer
peygamberlere nazaran farklı ve kıyamete kadar devam edecek bir mucizesi vardır
ki oda Allah kelamı Kur’an’dır. Onun ümmetinin her biri ise kedisinin
havarisidir(yardımcısıdır). Resulullah’ın uyguladığı metotlarla sulh ve davet
görevi kıyamete kadar devam edecektir. İyiliğe çağırılacak ve kötülükten
sakındırılacaktır. Resulullah’ın her halinin bütün Müslümanlara örnek olduğu
Rab lisanı ile haber verilmiş ve şöylece buyrulmuştur: " Andolsun ki
Resulullah ta sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çok
zikredenler için güzel bir (imtisal) numunesi vardır."
Öyle olunca İslamın temelini
teşkil eden sulh ve davettede onu kendimize örnek edinmemiz gerektiği gayet
tabidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder