YOLDAKİ İŞARETLER
Seyyid KUTUB
Genel Değerlendirme:
Kitap,
İslami dirilişi gerçekleştirirken nesillerin nelere dikkat etmesi gerektiği
hakkındaki görüşleri ihtiva ediyor.
GİRİŞ:
İslami
diriliş hareketi nasıl başlayacaktır. Öncelikle bu işe bütün benliğiyle karar
vermiş ve bu yola baş koymuş bir öncü topluluk gerekir. Böylesi kararlılıkla bu
yola baş koyan ‘öncü topluluk’un üstlendiği bu zorlu görevin tabiatını bilmesi,
görevinin hakikatını kavraması, amacının asaletini ve çıkacağı bu uzun
yolculuğun başlangıç noktasını saptayabilmesi için ona kılavuzluk edecek ’yol
işaretleri’ gerekir. Bu yol işaretleri öncelikle ‘Akide’den, yani Kur’an’dan
alınmalıdır. Yoldaki işaretler gelmesi sabırsızlıkla beklenen bu topluluk için
yazılmıştır.
BÖLÜM:
1
EŞSİZ
BİR KUR’AN NESLİ
İslam
davetçilerinin bütün zaman ve mekanlarda üzerinde uzun uzun durmaları gereken
tarihsel bir mucize vardır. Bu tarihsel mucizenin davet yönelim ve yönteminde
etkisi kesindir. Bu davet, İslam ve insanlık tarihinde eşine rastlanmayan
sahabe nesli gibi seçkin bir kuşağı insanlar arasından ortaya çıkarmış bir
davettir. Davetin yegane kaynağı Kur’an önümüzde, Allah Elçisinin (sav) fiili
ve ameli sünneti de, tarih boyunca benzeri bir kez daha gelmemiş ilk dönem
(sahabe) neslinin önünde olduğu gibi, bizimde önümüzde tek eksiğimiz Allah
elçisinin kişi olarak aramızda olmayışı.(1-16)
İlk dönemin eşsiz nesli, Kur’an’ın kendilerinin ve içinde yaşadıkları toplumun
yaşamlarının her boyutunu düzenleyen Allah buyruğu olarak algılıyordu. Bu
buyruğu da, savaş alanında aldığı anlık komutu yerine getiren asker gibi duyar
duymaz yerine getirilmesi gereken bir buyruk olarak görüyorlardı.(2-18.19) İlk
neslin yaşadığı dönemde kişi İslam’a girdiği zaman cahiliyye dönemindeki
geçmişini İslam’ın eşiği önünde tamamen bırakıyordu.
BÖLÜM:
2
KUR’AN’İ
YÖNTEMİN YAPISAL ÖZELLİĞİ
Kur’an’ın
Mekke’de inen bölümü Allah elçisine 13 yıl boyunca tek meseleden söz etti, bu
yeni dinde en temel, en büyük mesele olarak birincil meselenin çözümü ile işe
başlıyordu. ‘AKİDE MESELESİ’ Akide meselesinin başlıca kurallarını
‘uluhiyet-ubudiyet’ ve bunların arasındaki ilişki oluşturuyordu. Kur’an’ın Mekke’de
inen bölümü insana kendi varoluş sırrının yanı sıra onu çevreleyen varlık
aleminin varoluş sırrını da açıklıyordu.(3-26) La ilahe illallah akidesi, insan
benliğinin derinliklerine yerleştiğinde, onunla birlikte la ilahe illallahın
temsil edildiği düzen yerleşmiş olur, bu düzenin, akidenin yerleştiği
benliklerce memnun olunması gereken tek düzen olduğu belirginleşir, daha söz
konusu nizamın detayları ve yasama yöntemleri etraflıca kendisine anlatılmadan
önce, başlangıçta, bu sisteme boyun eğmiş olurlar. Başlangıçta teslimiyeti
kabul etmek imanın bir gereğidir.(4-38) (5-39) İnanç sisteminin, yeniden
kurulması aşamasının uzun süreli olması atılan adımların yavaş yavaş ve emin
olması da mecburidir.(6-45) (7-50)
BÖLÜM:
3
İSLAM
TOPLUMUNUN DOĞUŞU VE YAPISAL ÖZELLİKLERİ
Allah
elçisi Hz. Muhammed (sav) sayesinde gerçekleştirilen İslam’a davet hareketi
yüce elçiler yönetiminde yürütülen uzun süreli davet zincirinin son halkasını
oluşturur. Bu hareket insanlara tek olan ilahlarını ve hak olan rabblerini
tanıtmak, yaratılmışların rabblığını kaldırıp atarak, yerine tek olan
rabblerine kulluk etmelerini sağlamak, (8-53) La ilahe illallah diyen herkes
söz konusu cahiliye toplumu ile ilgili bütün ilişkilerini kesmeli, onun
egemenliğinden çıkmalıdır.
BÖLÜM:
4
İSLAM’DA
CİHAD
Resulullah
peygamberlik görevi ile gönderilişinden itibaren 10 yıl boyunca savaşsız ve
haraçsız sadece uyarma yöntemi ile davet etti insanları. Hicretten sonra
kendisi ile savaşanlarla savaşması, bir köşeye çekilip savaşmayanlara
dokunmaması, en son olarak ‘DİN’ Allah’a has kılınıncaya dek müşriklerle
savaşması buyruldu.
Burada
verilen savaş izni olağan üstü hallere özgü kılınmış bir izin değil, sürekli
yürürlükte olan bir emir ve izindir.
BÖLÜM:
5
‘LA
İLAHE İLLALLAH’ BİR YAŞAMA BİÇİMİDİR
Yalnız
Allah’a kulluk yapma ilkesini La ilahe illallah şehadet kelimesinde ifade
edilen, İslam akide rüknünün ilk yarısını meydana getiren kısmından
öğreniyoruz. Bu kulluğun nasıl yapılacağını Muhammedun Rasulullah yani,
Muhammed Allah’ın elçisidir, ibaresinde ifade edilen şehadet kelimesinin ikinci
yarısından öğreniyoruz. Allah’ın insanlara neyi anlatmak istediğini
öğrenebilmek ve anlayabilmek için onun kitabına ve resulün sünnetine
başvurulmalıdır.
BÖLÜM:
6
KAİNATIN
DÜZENİ
İslam,
vicdanların derinliklerine yerleştirdiği inanç sistemini tek olan Allah’a
kulluk etme temeline dayandırır. Bu kulluk ilkesini itikad, ibadet ve yasama
sisteminde hayata geçirir. Ona somut bir varlık kazandırır. Zira kamil manada
tek olan Allah’a kulluk etme prensibi, bu şekli ile La ilahe illallah
kelimesinin ameli bir göstergesidir. Bu kulluğun bizzat Allah Rasulü’nden
alındığının canlı göstergesi ise şehadet kelimesinin ikinci bölümünü oluşturan
‘Muhammedun resulullah’ ifadesidir. Allah’ın şeriatına bağlanmak, insan hayatı
ve diğer kainata hükmeden ilahi düzen arasındaki zorunlu bağlantının bir
gereğidir. Bunları insan hayatını düzenleyen şeriat ile kainat düzeni
arasındaki zorunlu uyum izler.
BÖLÜM:
7
İSLAM:
İŞTE MEDENİYET
İslam
sadece iki tip toplum tanır. ‘İslam toplumu’ ‘cahiliyye toplumu’ İslam toplumu
itikad, ibadet, şeriat(yasama ve yürütme), sosyal ve siyasal nizam, ahlak ve
yaşama biçimi olarak İslam’ın uygulandığı, yaşanıldığı toplum tipidir. Cahili
toplum ise, İslam’ın uygulanmadığı ve inanç sisteminin (İslam akidesinin),
düşünce yapısının, değerlerinin, ölçülerinin, sosyal ve siyasal sisteminin,
ahlak ve yaşama biçiminin yürürlükte olmadığı bir toplumdur. İslam toplumu tek
ilahın hakim olduğu, insanların kula kulluk zilletinden kurtulup tek ilaha
kulluk etme izzetini kazandığı, tek örnek toplum tipidir. Sadece İslam toplumu
zencinin, beyazın, kızılın, sarının, arabın, rumun, iranlının, habeşlinin ve
yeryüzünde yaşayan tüm bu insanları tek bir ümmet halinde bir araya
getirebilmektedir.
Bir
toplumda aile toplumun çekirdeğidir. Bu aile çalışma konusunda eşler arasındaki
iş bölümüne dayanır, ailenin en önemli görevi meydana gelen nesli korumak ve
kollamak olursa işte böyle bir anlayışa sahip bir toplum medeni bir toplumdur.
BÖLÜM:
8
İSLAM
DÜŞÜNCESİ VE KÜLTÜR
Müslüman
bir kimse inançla, varlıkla ilgili genel düşünce, ibadetler, ahlak ve davranış
biçimleri, değerler, ölçüler, prensipler, siyasi, iktisadi ve sosyal kurumları
düzenleyen temeller, insani faaliyetlerin dinamikleri ve insani tarihin
hareketlerinin yorumu… ile ilgili hakikatlara özgü kılınmış bütün işlerde
rabbani kaynaktan başka bir kaynağa başvurma hakkı yoktur.
Fakat
kimya, fen, astronomi, tıp, zanaat, tarım, yönetim biçimleri, sanatsal çalışma
yöntemleri, savaş teknikleri bunlara benzeyen pozitif konularda hem Müslüman
hem de gayrimüslim olan birisinden bilgi edinilebilir. Aslında İslam toplumu
kurulur kurulmaz bütün bu bilim dallarında bu branşlarda yeterli derecede uzman
eleman yetiştirilmesi farzı kifayedir. Çünkü bunlar Allah Rasulü’nün ‘siz
dünyanızla alakalı işleri daha iyi bilirsiniz’ mealindeki hadisin kapsamına
giren işlerdir.
BÖLÜM:
9
MÜSLÜMANIN
UYRUĞU VE İNANCI
İslam
yeni değerler, yeni kabuller ve bunların alınacağı ölçüler getirdiği gibi
insanlar arası ilişkiler konusunda da yeni bir düşünce yapısı sunmuştur insanlığa.
Herşeyden önce İslam insanı Rabb’ine yöneltmek, onun iktidarını, değer ve
ölçülerinde yegane kaynak bellettirmek varlığını ve hayatını O’ndan aldığını,
insan arası bağlantılarda ve diğer bağlantılarda tek başvuru kaynağının O
olduğunu, bütün bunların O’nun iradesi sonucu meydana geldiğini öğretmek için
gelmiştir.
Darü’l
İslamda, Müslümanı İslam ümmetinin bir üyesi yapan İnanç (akide) biçiminden
başka bir uyruğu, bir milliyetçilik anlayışı kesinlikle yoktur. İman bağı
sayesinde kabilecilik, milliyetçilik ve bölgecilik asabiyetleri tamamen ortadan
kaldırılmıştır. Nitekim Allah Rasulu şöyle buyurmuştur: ‘Bu tür kavramları
terkedin artık, çünkü bunlar kokuşmuş kirli kavramlardır.’ O eşine benzerine
tarihte rastlanmayan ilk topluluk arasında bakın kimler vardı ve hangi etnik
kökeni taşıyorlardı. Hz. Ebubekir Arab asıllı, Bilal Habeşli, Suheyb Yunan
asıllı, Selman Fars(İran) asıllı… Bunların hepsi farklı iklimlerin farklı
ulusların insanları olmalarına rağmen hepsi birbiri ile kardeş olmuşlardır.
BÖLÜM:
10
UZUN
SÜRELİ BİR GEÇİŞ DÖNEMİ
İslama
davet, ilk dönemlerde, bugün olduğundan daha güçlü daha şanslı bir konumda
değildi. Aksine o, cahiliyye tarafından yadırganan bir bilinmez, halkının soylu
ve iktidar sahiplerince dışlanıp sadece Mekke’nin sınırları içerisinde orasının
en güçsüz halkı ile kuşatma altına alınmış, dünyanın her köşesinde garip kalmış
bir düşünce, bir hareket idi. Bütün ilkelerini ve geçekleştirmek istediği
amaçlarını yadırgayan ultra güçlü imparatorlukların kuşatması altındaydı. Ancak
tüm bu olumsuzluklara rağmen fikri yönden o gün en güçlü pozisyonda idi. Aynı
şekilde bugün de yarın da hep güçlüdür. Onu güçlü kılan hakiki manada unsurlar,
bizatihi onun Akide (inanç sistemi) sinin doğal yapısından kaynaklanıyordu. Biz
insanları islama davet ediyoruz, çünkü onları gerçekten çok seviyoruz,
gerçekten onlar hakkında en hayırlı olanı istiyoruz. Bize onca işkence
yapmalarına rağmen, haklarında gerçek niyetimiz budur. Çünkü İslam’a davet
edenlerin doğal yapısı (karakteri) budur. Davetin temel dinamikleri de
bunlardır.
BÖLÜM:
11
İMANIN
YÜCELİĞİ
Dinden,
erdemden, yüksek değerlerden, önemli gayelerden kısaca temiz ve estetik olan
her şeyden uzaklaşmış bir toplumda inanan kimse imanını ve dinini kor ateşi
elinde tutar gibi tutmak, öylece korumak durumundadır. Ötekiler ise onun bu
tutumunu, düşünce yapısını, değerlerini gülünç bulur, onu alaya alır ama bütün
bunlar karşısında Mümin onların bu gırgıra almalarına ve gülmelerine karşı
metanetini yitirmez, güçsüz olduğu duygusuna kapılmaz. Öteki durumlarda olduğu
gibi bu durumda da o gibi kimselere tepeden bakar. İnanan kimse değerlerini,
düşüncelerini, ölçülerini insana dayandırmaz. Bu nedenle insanların kendisini
yanlış anlamaları karşısında üzüntüye kapılmaz. Allah onun için yeterlidir.
Rabbi ile bağlantısı olan hak ölçülerine ve kainatın pınarlarına sahip kimsenin
kendisini yalnız hissetmesi, güçsüzlük psikolojisini yaşaması mümkün değildir.
SON
SÖZ:
ALAHIN
DİLEDİĞİ MUTLAKA OLUR.
Mücadele
sürecinde çekilen acılar ve verilen kurbanlar karşılığı olarak değil… kesinlikle…
çünkü dünya karşılık verme yeri değildir. Sadece Allah’ın davet görevinin onun
takdiri gereğince tebliğ edilmesi onun davasının ilahi yönteminin (şeriat)
bizzat kendi seçtiği kullar tarafından onun dilemesiyle yerleştirildiği yerdir.
Böylesine bir anlam taşıyan seçilme olayı dünyasal ödül olarak Müminlere
yeterlidir. Bu ödül yanında dünyasal nimetler, yaşam boyunca karşılaşılacak
sevinçler acılar basit kalır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder