İSLAM DEVLET FELSEFESİ
Mehmet NİYAZİ
Genel Değerlendirme:
Kitap
konu olarak İslam’da devlet anlayışını inceliyor. Devlet nedir, hangi
özelliklere sahip olmalıdır, devlet başkanı nasıl seçilir, başkanda hangi
özellikler bulunmalıdır, devletler arası hukuk gibi konular hakkında İslam
alimlerinin görüşleri anlatılıyor. Sistem tartışmalarının yaşandığı ülkemizde
daha da bir güncellik kazanan kitap özellikle konuyla ilgilenenler faydalı
olabilir.
I. Giriş
İslam Devleti dinamik bir
yapıya sahip olmasına rağmen, tarih boyunca, İslam alimlerine göre, İslam
Devletlerinde oluşan müesseseler dinin esaslarına aitmiş gibi kabul edilmiştir.
İslamiyetin temel kaynaklarında devlet başkanıyla ilgili kayıtlar bulunmadığı
halde,
Maverdi'nin ileriye sürdüğü
özelliklerde kendisinin bilim seviyesinin ve yaşadığı dönemin payı olduğu
gözden kaçmıştır.
Gerek batılı bilim adamları,
gerekse de onların yandaşları olanlar Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında İslam
devlet anlayışında sapmaların başladığı ve İslam devlet sisteminin
uygulanmasının mümkün olmadığını söylemektedirler. (Ridde ve Nadr Bin Haccac olayları).
Halbuki sapma denilen
olayların dini bir vecibenin ifasından ziyade amme intizamını sağlamak için
vuku bulduğunu ve bu tür tedbirlere de sınır konulamayacağını dolayısıyla da
İslam devletinden sapmanın söz konusu olmadığını kabul etmek gerekir.
Batılı bilim adamları (Von
Kramer ve Galdzieher vb...) ve bunların yandaşları İslam devletinde kuran ve
sünnetin payı yüzde birdir diyerek Müslümanların kurdukları devletin İslamla
ilgisiz olduğunu söylemektedirler; oysa ki naslar incelendiğinde devlete ancak
temel esaslar getirdikleri insanların kaderini yöneticilerin ihtiras ve
kararsızlıklarından kurtardıkları ve aynı zamanda yöneticilere geniş alanlar
bıraktıkları görülür. Hz. Peygamberin sünnetlerinden devlet hayatında istifade
edilenler bağlayıcı olmayan (şer-i münzel) sünnetlerdir. Değişik uygulamada
bulunmak, zaruretler hasıl olunca gerekli uygulamayı yapmak caizdir.
İslam'ın temel kaynaklarında
amme müesseselerine dair bir kaide yoktur. Cihanşumül bir din bir millete ve
bir çağa hitap ettiğinden ve her kültür ve her çağın müesseseleri farklı
olacağından herhangi bir müessese vaz'etmemesi tabiidir. İslam devletleri
dışarıdan müessese dolayısıyla amme hukuku kaideleri almış; ama bunların
islamın devlet telakkisiyle çelişkili olmamasına dikkat edilmiştir. Örfi
hukukta İslam Hukuk'unun kaynaklarından sayılmıştır.
İslam tarihinde devlet
düzeninin iyice yerleşmesi için fıkıh ve şeriat birbirinin müteradifi olarak
kullanıldı. Ayet ve hadisler asıldır, anlam sebebi ve gayeleri gereğince fıkıh
hükümleri doğmuştur. Dolayısıyla bunların birbirinin müteradifi olarak
kullanılmasında bir engel bulunmadığı kabul edilmiştir. Muhakkak ki erbabınca
bir engel yoktu; fakat bu ayrımı yapamayanların nezdinde fıkıh literatürü
mukaddes bir havaya büründü. İslam’ın temel kaynaklarının tamamlayıcı unsuru oldu.
Fıkıh uzun bir süre geliştirilemeyince ve çağın ihtiyaçlarına göre
yorumlanamayınca da doğan boşluklar dışarıdan iktibaslarla giderilmeye
çalışıldı. Bu hareket fıkhın şeriatla aynı olduğunu kabul edenlerce dinden
uzaklaşmak olarak nitelendirildi. İktibasları savunanlarda fıkhı tenkit ederken
dini tenkit durumuna düştüler. Son dönem en büyük İslam devleti olan
Osmanlılarda ise İmam-ı Azam ve diğer büyük hukuk kodifikasyonları yapanlar
gibi müçtehidler, Gazali seviyesinde alimler yetişmemiştir, Molla Hüsrev, İbni.
Kemal gibi şahsiyetler orjinal araştırmalar yerine eskilerin nakli ile
yetinmişler buda İslam dünyasında ilmi düşüncenin gelişmesine engel olmuştur.
II Devlet
Felsefesi.
Kaynaklar: Kuran, Hadis,
sünnet, icma, kıyas-ı fukaha. İslamiyet öncesi ve sonrası islamiyetle
çatışmayan örfler, Hulefa-i Raşidin'in uygulamaları, sorumlu devlet adamlarınm
yönetimleri, dini kitaplar, yönetime ait kitaplar vs.
III
İslam'da Devletin Zarureti
İslamiyet’te insan tam ve
temiz olarak yaratılmıştır. (insanı en güzel şekilde yarattık ...)
Bununla birlikte insan iyi
ve kötü cephelere sahiptir. Kur'an'ın nasihatları vaazlarıyla yok edemediği
kötülükleri, fenalıkları yok edebilmek için devlet otoritesine muhtaçtır.
“Devlet başkanı Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Sizlerden biri bir ülkeye
varırda orada devlet başkanı olmazsa, oturmasın çıksın.”
IV
İslam Devletinin Doğuşu
Akabe Biadları ile başlar.
620 yılında 12 Medineli Müslüman şöyle yemin ediyorlardı “gerek sıkıntı ve
gerekse müzayaka ve gerekse sevinç ve sürur halinde dinlemek ve itaat etmek
başta gelir. Ve sen bizim üzerimizde tercihe sahip olansın. Ve biz emretme yetkisi
taşıyan emire itiraz ve muhalefette bulunmayacağız. Allah yolunda bizi küçük
gören ve horlayan kimsenin ayıplamasından çekinmeyeceğiz. Allah'a hiçbir şeyi
şirk koşmayacağız. Aramızda hiçbir iftirada bulunmayacağız ve senin hiçbir iyi
hareketinde sana karşı itaatsizlik etmeyeceğiz.” Hz. Peygamber Medine'ye göç
ettiğinde siyasi ve sasyal hayata kabile anlayışı hakimdi. Her kabile ayrı bir
hukuki birlik teşkil ediyor ve kendileri dışında hiçbir otorite tanımıyordu.
(Gerek Yahudiler' de gerek Araplar arasında 6000 müşrik Arap'a 4000 Yahudi 50
Hıristiyan): Hz Peygamber sahabeleri ve diğerleri ile görüşerek dünyanın ilk
anayasası diyebileceğimiz Medine vesikasını ortak karar olarak bir metin haline
getirdi. Yapılan anayasa ile fertlerin ve kabilelerin kendi haklarını
kendilerinin koruma usulü kaldırılıyor, merkezi bir otorite yani devlete tevdi
ediliyordu. Eğer topluluklar arasında bir anlaşmazlık çıkarsa Hz. Peygamber
yetkili merci kabul ediliyordu. Anayasanın en önemli özelliği sadece Medine
şehrindeki Müslümanlara münhasır olmasıydı. Medine'ye ilave olunan bir araziye
hatta ilerde doğacak olan Büyük İslam Devletine de tatbik olunabilecek
yumuşaklıkta bir anayasa oluşturuldu. Gelişen şartlara göre eski hükümlüleri
kaldırma ihtiyacı olmadan yeni idari kaide ve nizamlar ilave edilebilmiştir.
V
İslama Göre Devletin Unsurları
l. İ. Ülke unsuru: İslam
Hukukuna göre ülkeler müslümanların ve gayri müslimlerin idare ve
hakimiyetlerine göre Dar'ul İslam ve Dar'ul Harp diye ikiye ayrılır. Bu
tabirler Kur'an da yoktur. Hadisten çıkarılır. Yine de Dar'ul İslam ve Dar'ul
Harp'in nasıl olacağı bahsi geçen hadislerde de tam olarak izah edilmemiştir.
Bu konu İslam Hukukçularının yorumları ile şekillenmiş ve çok farklı
nitelendirilmeler ortaya çıkmıştır. İslam Alimlerinin çoğu Dar'ul İslam'ı
müslümanların emniyet içinde yaşadığı yer olarak tarif etmiştir. Cuma ve bayram
namazlarının kılınabilmesinde ölçü almışlardır. Yinede bu hususta mezhepler
arası farklı anlayışlar vardır.
2. Nüfus Unsuru: Ekseriyetin müslüman olması.
3. Hakimiyet unsuru: İslam
ülkesinde bir zulmün veya milletin iradesi değil Allah’ın iradesinin hakimiyeti
esasdır. İslam ve iman Allah'ın hakimiyetine teslim ve kabul demektir. İnkar
ise küfürdür.
VI. İslamda Devlet Teşkilatı
Kur'an da devlet şekli veya
teşkilatı hakkında herhangi bir ayet yoktur. Böylece Kur'an ve sünnete uyan
zamanın ihtiyaçlarına göre ortaya çıkan bir devlet Şekli istenmiştir. ilk İslam
Devletinde devlet başkanlığına gelişler düşünülürse bu sonuçlar ortaya çıkar.
Evvela Kur'an’ı iyi bilen müslümanlar kral seçmediler. Bu krallık rejiminin
mecbur olmadığını gösteriyordu. Hz. Ebu Bekir Hilafete çok dar bir zümre
tarafından seçilmiştir. Bu klasik kamu hukuku açısından aristokratik bir sistem
olarak değerlendirilir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'i tayin etmiştir.
Hz. Osman'ı ise bir şura
seçmiştir. Hz. Ali ve Hz. Muaviye dönemi halk demokrasisi niteliğini taşımak
tadır. Devlet başkanlığına gelişlerde biata riayet edildiği için İslam
Devletini despotizme kapalı olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Netice olarak
denilecek şey İslam devleti insan idrakinin anlayamayacağı ölçüde bir elastiki
yapıdadır. Devlet şekli devrin icaplarına ümmetin durumuna kültür seviyesine,
siyasi şartlar coğrafyanın ve zamanın imkan ve zaruretlerine göre belli edilir.
İslaın
Devletinde Müesseseler.
a. Devlet Başkanı:
Haricilere göre devlet
başkanı seçmemek en iyisidir. İhtiyaç duyuldukça müslümanlar toplanarak hükümet
işlerini yürütebilirler. Mutezileye göre eğer halkın içinde ihtilaf yoksa
devlet başkanına da ihtiyaç yoktur. Bir kısmı mutezile alimleri ise imam kararlaştırmanın
farz olduğunu söylerler. Ehli Sünnet, Murcie ve Şia mezhepleri imamın lüzumunu
kabul ederler.
Bazılarına göre bu aklen,
bazılarına göre ise dinen vaciptir. İmamın seçilmesi ve biat aktinin yapılması
ümmet için farzı kifayedir. Hal ve akt ehli imamı seçince, bütün halka için bu
imam vacip olur. Ehli Sünnete göre iyi veya facir mutlaka bir imam olmalıdır.
Hz. Peygamberin naaşı defnedilmeden önce hilafet tartışmalarının başlaması
ashabın bu husustaki hassasiyetini gösterir.
İslam devletinin başkanlığı
için kullanılan ünvanda birlik yoktur. Halife, melik, imam denebileceği gibi
çağımız yazarlarına göre devlet başkanı tabiride denilebilir.
Halifenin Kureyş'ten olacağı
mevzuuda tartışmalıdır. İbni Haldun, Meverdi, Muhammed El Mübarek, Gürcani ve
bazı alimler Kureyş'ten olmasının şart olmadığını söylemişlerdir.(Allah katında
üstünlük ancak takva iledir.)
Devlet başkanlığına geliş
yolları 3 tanedir. Seçim(Biat), tayin veya önceden kabul(akt) ve zorla devlet
başkanı olmak.
a. Biat: Biat etmek için
halkın tamamının biat etmesinin şart olmayıp ehli hal ve aktin biatını yeterli
görenler çoğunluktadır. Biatte aleniyet şartı aranmıştır. Aynı zamanda seçmen
şartının en az 5 olması gerektiği ileri sürülmüştür.
b. Tayin veya önceden kabul:
Tayin (ve Süleyman Davut'a mirasçı oldu) ayetinden ve Hz. Ebubekir'in ölmeden
önce Hz. Cimer'in halife olmasını istemesiyle doğmuştur. İslam devletlerinde
irsiyet usulüde kaynağını bunlardan alır. İslam hukuk doktrininde devlet
başkanının birbiri ardından sıra ile 3 kişiye veliaht tayin etmeside kabul
edilmiştir. Halife sağken ancak onun izni ile veliaht seçilebilir. Ve yeni bir
halife seçimine gidilebilir.
c. Zorla devlet başkanı
olmak: Kaderiyye, Hariciler ve Mutezile mensuplarının göre işlerince zor
kullanılarak devlet başkanı olunamaz. İmam-ı Azamda bu görüştedir. Fakat isyan
etmek mümkün değilse ve isyanla muvaffak olunamayacaksa itaatte mahzur yoktur.
Ehli Sünnet Alimlerinin çoğu zorla başkanlığı ele geçirmeyi zaruret imamı adı
altında ayn bir bölümde ele almışlardır. Zaruret imamlarında ilim, adalet ve
diğer özelliklerin yokluğuna bakılmaz. İslamın temel kaynaklarında devlet
başkanları o mevkiiye nasıl geleceği belirtilmediğinden zanni şartlar altında
zorla başkan olmakta caiz görülmüştür. Fakat asıl olan ırsiyet ve seçim
usulleridir. İslama en uygun olanı ise her zaman olmamakla birlikte seçim
usulüdür.
Hukuki nitelik
bakımından devlet başkanlığı bir çeşit mukavele olarak değerlendirilmiştir.
Devlet Başkanlarında Aranan Şartlar.
Devlet Başkanlarında Aranan Şartlar.
Her ne kadar islam
bilginleri belli bir devlet şekli vaz edilmemesinden amme hukuku üzerinde çok
durmamışlarsa da devlet başkanlarının hangi özelliklere sahip olması gerektiği
titizlikle incelenmiş, ümmetin kaderi devlet başkanlığı makamında bulunanın
şahsiyetine sıkı sıkıya bağlı olduğu kabul edilmiştir. Ehli Sünnet alimlerinin
çoğu devlet başkanlığına fazilet ve liyakatçe en ileri olması gerektiğini
söylemişlerdir. Taftazani eftal varken meftulün imametini ancak bazı durumlarda
din ve mülk ile ilgili nasihatları yürütmede daha kuvvetli ise kabul
etmişlerdir.
Harici, Mutezile, Murcie ve
Şia'nın çoğunluğu eftal varken meftulün
imameti caiz değildir der. Ehli Sünnet ise meziyetlerin şartlarına göre
değişeceğini ve kimin daha iyi olduğunun bilinemeyeceğini söyler. Maverdi
seçilecek kişilerin özelliklerini şöyle sıralamıştır.
a. Adaleti mutlaka
b. Devlet resinde bulunması
gereken vasıfları temyiz edebilecek kadar bilgi.
c. Rey ve hikmet
d. Müslüman olma
e. Akıl baliğ olma
Halifelik(İmamet)
makamındaki kimseler için şu özellikler bulunmalıdır.
a. Her yönüyle adil bir
kimse olmalıdır.
b. Yapacağı görevlerde
içtihat edebileceği bir ilmi olmalıdır.
c. Uzuvları sağlam
olmalıdır.
d. Halkı sevk ve idare
bilgisi olmalıdır.
Cürcani imamın Haşimi
olmasını, dinin bütün meselelerini bilmesini, masum olmasını batıl şartlardan
saymıştır. Ona göre böyle bir görevde aranacak olan ne zenginlik ne züht nede
takvadır. Böyle bir görev için aranacak olan kutsal almayan ilim ve aynı zamanda
fiziki kabiliyetler ile askeri ve diplomatik maharetlerdir. Hanefiler devlet
başkanının müçtehit olmasını şart görmez. Dinin hükümlerine ve devlet idaresine
vukufiyeti yeterli görürler. İslamın temel kaynaklarında devlet başkanlarında
en çok aranan şartlar adil almak, akıllı almak, ergin olmak ve müslüman
olmaktır. Maverdi kadından devlet başkanı olamaz diye bir şey dememektedir.
Bu hususta İmam Gazali'in ve
Kadı Beydavi'nin dayandığı deliller yeterli görülmemektedir.(kadının imam
olmasında. İmam=devlet başkanı)
İslam hukukunda halifelik
islam ümmeti üzerinde genel tasarrufta bulunma yetkisidir. Bunun manası imamın
Hz. Peygamber adına din ve dünya işlerinde umumi riyasetidir. Hükümdar hatadan
azade olmadığından aynen diğer tebaa gibi kanuna bağlıdır. Kişilere verdikleri
zararları ödemekle mükelleftirler.
Kaç
Tane Devlet Başkanı Olabilir
İslam devletinde birlik Hz.
Peygamber, Hulefa-i Raşidin dönemi ile Emevilerin ilk yıllar ile devam etmiştir
İslamın temel kaynaklarında
dünyada birtek İslam devleti olacak diye bir kayıt bulunmadığından bu konu
hukukçuların tartışmalarına sebep olmuştur. Mesela Maverdi Abbasilerin dışında
müslüman devletlerin hükümdarlarına halifeden menşur almaları gerektiğini ileri sürüyordu. Hatta Yıldırım Beyazıt'ın da
devrin Abbasi Halifesinden menşur istediği bilgilerimiz arasındadır.
İslam dünyasında bir imam
olabileceğini ileriye sürenlerin amacı fitnelerin doğmasıyla nizamın
bozulmasını önlemektir.
Kopacak fitneyi önlemek için
imamın birliğine dair hadislerde birliğin bir devlette mi yoksa yeryüzünde mi
olacağı lafzen belirtilmediğinden bazı yanlış anlaşılmalar olmaktadır.
Hadiste `Kim bir imama biat
ederek anlaşma musafahasını yaparsa gücü yettiğince ona itaat etsin. Bir
ikincisi çıkıpta evvelkisi ile nizaya kalkışacak olursa onun boynunu vurun.
Birinci biatınıza sadık kalın, gereğini ifa edin. Birincilere borcunuzu
ödeyin" cevabını vermişşerdir. Her iki hadiste de aynı devlet
kasdedilmektedir. İki imam varsa hangisi önce seçilmişse hak onundur. İkisi
beraber seçilmişse ikisi de imam değildir. Devlet başkanının hak ve yetkisi
ulemaca şöyle formülleştirilmiştir. "Caizde Ulül Emrin hakkı tasarrufu
vardır. Şeriatın menetmediği şeyleri menedebilir."
Devletlerle ile ilgilenmiş
bütün islam bilginleri imamın en önemli görevinin adaletin tevzii olduğunda
ittifak etmişlerdir. Devlet başkanı adaletin tevzi ile bizzat meşgul olmaktan
ziyade adalet tevziini yapabilecek mekanizmayı kurmakla yükümlüdür. Zira adalet
hukuk bilgisini gerektirir. Devlet başkanı bu bilgilerden mahrum olabilir.
Ebu Hanife ve diğer Iraklı
hukukçulara göre Cuma imamlığı devlet reisinin önemli görevlerinden birisidir.
Kanaatlerince Cuma namazları ancak devlet başkanının veya onun tayin edeceği
birisinin hazır bulunması ile sahih olur.
Hanefilerin Cuma imamlığına
hayati önem vermeleri, devlet başkanlığı ile halkın veya tayin edilen imamla
halkın bir araya gelmesini sağlamak içindir.
Devlet
Teşkilatının Oluşması.
Hz. Ömer devrinde islam
devletinin o zamanki başkenti olan Medine’ye mal ve para gelmeye başladığında
bunların kontrol altına alınması için Beytül Mal kuruldu. Diğer müesseselerin
oluşmasıda ihtiyaçların zorlaması ile olmuştur. Vezirlik müslümanların icadı
değildir. İranlı'lardan alınmıştır. İki türlü vezirlik vardır. Tefviz ve Tenviz
Vezareti.:
Vezareti Tefviz: Veliaht
tayini, devlet başkanın tayin ettiği memuru azletme ve devlet başkanlığı
makamından isifa etme makamının dışında yekilidir. Bunu için (seni vezirliğe
tayin ettim sözü yetmez) Tam yetkili kelimesi kullanmalıdır.
Vezareti Tenfiz'de ise
devlet başkanı tarafindan verilen bir emri ifa söz konusudur. Vezareti Tenfizin
sayısı birden fazla olabilir. Hz. Ömer zamanında bir şura meclisi birde umumi
meclis vardı. Umumi meclis ender karşılaşılan meselelere dair toplanılan ve
müslüman kabile ileri gelenlerinden meydana gelen bir meclisti. Bu meclisin
celseleri günlerce sürer, şahıslar korkusuzca hür konuşurlardı. İslam
Dünyasında ilk divanı tesis eden Hz. Ömer’dir.
Rasulullah'ın eyaletlere
gönderdiği valiler kazai, idari, askeri işlere bakar, vergilerin toplanmasını
sağlarlardı. Hz. Ömer zamanında valilik ve kadılık ayrılmış, kadılar islam
hukukuna vakıf şahıslardan seçilmiştir. Kadıları valiler tayin eder fakat hüküm
vermesine karışmazlardı. Abbasiler döneminde kadıların görev ve yetkileri
genişledi. Vakıflar, emniyet, belediye, darphane, beytül ınal müesseselerinin
sorumluluğunu da üstlendiler. Ülkeyi il, ilçe, bucak gibi birimlere ayırarak
ademi merkeziyete başvuran Hz. Ömer'dir. Ömer Bin Abdulaziz zamanında müftülük
kadınında başvurduğu yargı organını tamamlayan bir unsur olarak oluşturuldu.
Ümmetin fetva alabileceği makam olarak kurulan müftülük hukuki veya dini
sorulara cevap veriyordu. Hukuk bilgini olduğuna inanılan her müslümanın
müftülük haricinde bu işi yapabilme serbestiyeti kaldırılmamıştır. İslam
devletinde asıl olan teşkilat değil devletin göreceği vazifedir. Kitabul
Haraçtan öğrendiğimize göre memurlar Türk Atına binmeyeceklerine, ince zarif
elbise giymeyeceklerine kapılarında hizmetçi bulundurmayacaklarına söz verirlerdi.
Tayin edilen kişinin mal ve
mülkünün tam listesi yapılır ve mali durumundaki artışlar kontrol edilirdi.
İslam devletinde kadınlarda devlet dışı kabul edilmemişlerdir ve görev
alabilecekleri söylenmiştir. Ebu: Hanife ve Taberiye göre kadınlar hakim
olabilirler Maverdiye göre kadınlar vezirlik yapamazlar. Hz. Peygamber devlet
işlerinde gayri Müslimlerden yararlanmakta sakınca görnıemiştir. Maverdi'ye
göre yabancılar tenfiz veziri olabilir, tefviz veziri olamazlar.
VII
İslam Devletinin Mahiyeti.
Bir Hukuk Devleti mi?
Gerek akabe biatlan, gerek
Medinede ilk islam devleti kurulurken gayrimüslimlerle yapılan anlaşma İslam
devletinin hukukilik esasına göre teşekkül ettiğini bize göstermektedir. Devlet
başkanı bir yana islamda bizzat Hz. Peygamber bile başına buyruk değildir.
Sünnetin mahiyeti gereğince bilinmediğinden Hz. Peygamberin devlet hayatındaki
uygulamalarında Hulefai Raşidin Döneminde değişiklik yapılınca bu bazılarınca
sapma olarak nitelendirilmiştir. Mesalihi ammeyi idare yolunda yapılan tasarruf
ve hükümlerin hangileri olduğu ve bağlayıcılık özelliğinin bilinmesi gerekir.
Mesela peygamberimizin “Bir kimse sahipsiz ölü bir toprağı işleyerek diriltse o
yer onundur” hadisi müctehidi izma göre efendimizin İmamü-l müslimin vasfı ile
söylediği hükümdür. Dolayısı ile peygamberimizin bu sıfatla verdiği hüküm
yaptığı işin başka ferdin yapabilmesi ancak hükümetin müsaadesiyle olabilir.
Nebi (sav) sadır olan her şey ümmeti için hukuken bağlayıcı değildir. Hz.
Ömer'in yaptığı değişikliklerde dini mahiyette olmadığından dinden sapma olmaz.
İnsan hal ve hareketlerinin
çoğunu meydana getiren, ne iyi nede kötü denemeyen fiillerdir. Kanun koyucu
mübah fiilleri düzene sokmak için her zaman müdahale edebilir. Kuran ve
sünnetin meşru kıldığı bazı hususları, kötü neticeleri önlemek için sonradan
men etmişlerdir. (Mesela ehli kitaptan kadınla evlenme ve Şam ve Irak mevkiinde
arazinin 4/5 inin gazilere dağıtımı)
Sahabiler daha önce benzeri geçmemiş bazı hükümlere hayırlıdır diyerek
benimsemiştir.
Kur'an-ı Kerim'in mushaf
halinde toplanılması fiyatların kontrolü ve Hz. Osman’dan itibaren Cuma için
minareden okunan ilk ezanı burada zikredebiliriz.
Kuran ve sünnetten sonra
islam hukukunun bir kaynağıda icmadır. Hukukçular ancak kuran ve hadisler bir
konuda hüküm getirmemişse kuran ve hadiste yeralan ifade ve terimler çeşitli
yorumlara açıklık bırakılmışsa hukuk kaidesi istihraç etmek için icmaya
başvurabilirler.
İslamın temel kaynaklarına
istinat eden hukukun (şeriatın) yanı sıra genellikle kamu ile ilgili konularda
olmak üzere örfi hukuk doğmuştur. Elbette bu hukuk hakkında şeri bir hüküm
bulunmayan konularda söz konusu olabilir. Burada asıl olan unsur kamu yarandır.
Devletin veya devlet
başkanının görevi kanun yapmak değil, kanuna bizzat uymak ve tebayı bizzat
uydurmaktır. İslam hukuku bize aşırı bir hukuk örneği vermektedir. Kişinin
haklan ne devletin nede halife veya hükümdarın ürünü değildir. Kuranın,
sünnetin ve meri hukukun ürünüdür.
Kanunlaştırma Hareketi:
Kanunlaştırma Hareketini kamu hukuku ve özel hukuk olmak üzere ikiye ayırmak
gerekir. İlk kanunlaştırma hareketi Hz. Peygamberimizin Medine'ye Hicreti ile
başlamıştır. Hz. Ömer diğer devletlerin teşkilatlarını ve bu devletlerdeki yönetimleri
ve bu yönetimdeki usulleri inceletirdi. Kabule şayan bulduklarını almaktan imtina
etmezdi. Arazi ve gümrük vergileri, devlet memurluğu, murakabe ve muhaseb
hakkında düzenleme yapan kanunları İran ve Suriye'den almıştır. Cizye'ye atıf
yapan Taberi (bunlar Ömer'in İran’ı fethettiği zamanki kanunlardır) diye yazar.
Dolayısı ile yabancı devletlerin kanunlarını ve müesseselerini almakta,
ideolojik bir mahiyet taşımadığı müddetçe mahsur görülmemiştir.
Abbasiler zamanında kamu
hukuku ile alakalı kitaplar yazılmaya başlanmıştır. Kanuna ihtiyaç gösterdiği
durumlarda yetkili organlar kanun vazedebilmekteydi. Yazılan kitaplar,
çıkarılan kanunlar devlet müdahelesinden uzakta engin bir hürriyetle özel
hukuku gelişmiştir. Durum böyle olmasına rağmen hicri 3. yy'dan son islamda
içtihat kapısının kapandığı belirtilmiştir. Oysaki mezhep imamları dahil kendi
görüşlerinden daha iyisine ulaşılabileceğini söylemiş, hatta bazıları aynı
mülahaza ile talebelerinin önünü tıkamamak için derslerinde onları not almaktan
menetmiştir. Bazı bilim adamları ile içtihat kapısı kapanmamıştır. Ama o
kapıdan geçecek insan yetişmemiştir şeklinde açıklamalar yapmak zorunda
kalmışlardır. Bilhassa batılı bilginler islamiyetin Hristiyanlık gibi teokratik
bir düzen getirdiğine inanmışlardır.
Oysaki din adamları sınıfı
islamiyette mevcut değildir. Din bir zümrenin hukuk anlaması ve yorulmaması
için değil bütün insanlık için nazil olmuştur. Bunun yanında devlet başkanlığı
ile dini liderliğin ayrı elde toplanacağına dair islamın temel kaynaklarında
bir hüküm yoktur. Ayrıca İslamda Hristyanlık'ta olduğu gibi dini liderlik gibi
bir müessese söz konusuda değildir. Zaman zaman Hz. Süleyman ve Hz. Muhammed'te
olduğu gibi peygamberlik ve devlet başkanlığı bir yerde toplanmış ve zaman
zamanda ayrılmışlardır. (Hz. İsmail ve Harut olayı) Kur’anda geçen bu yorumlara
dayanan islam hukukçuları, islam devlet başkanını dünyevi, uhrevi olarak
ayırmışlardır. Teokratik devlet yanılgısının bir kaynağıda sultanların
bazılarının devrin halifelerinden menşur olmalarıdır. Halbuki bunun en büyük
sebebi islam dünyasında sayısı artan devletlerin aralarında bir karışıklık
doğmasına engel olmaktır. Böylece nüfuzu korunan halifelikle islam birliği
sağlanmış oluyordu. Teokrasi iddiasının başka bir kaynağıda islam hukukunun
ilahi kaynaklı olmasıdır.
Ancak daha öncede
belirtildiği gibi islam devlet düzeninin diğer devlet düzenlerinden farkı islam
devletinde insanların kaderinin yöneticilere bırakılmamasıdır. İnsanı realist
olarak ele alan islamiyet zulümlerin önüne geçmek için hukuka kaynaklık etmektedir.
İnsan haklarının subjektifliği insan iradesinin kararsızlığı düşünülürse akıl
ve iradenin yegane kaynak olamayacaklarına rahatlıkla varılır. İslamiyetin
temel kaynaklan kamu hukuku alanında geçerli olan yasalar getirmemiştir. Genel
olaraktan bu hususların düzenlenmesi yönetenlere bırakılmıştır. Temel kaynaklar
incelendiğinde hukukçulara bazı sınırlamalarda getirilmiştir. Bu sınırlamalar
zina, katl, kısas, hırsızlık, miras gib belli olan hususlardadır. İslam
hukukunda insan hayatını esas kuşatan tavsiye edilen fiillerle tavsiye
edilmeyen mekruh hareketlerdir. Mübah sayılan fikirler ise bundan daha geniş
yer kaplar. İslam hukukunda bu mübah dairesini daha geniş yapan bir hüküm de
zaruretin mahzuratı mübah kıldığı hükmüdür.
VIII
İslam Devletinde Hürriyetler.
İslam Devletinde kişi
doğuştan getirdiği esaslı ve ezeli haklarla mücehhez olarak devletin karşısında
yer alır. Devlet kişilerin refah ve saadetlerini temin, hürriyetlerini korumak
bakımından vasıtadır. Kişi suçu ispat edilene kadar masumdur. İslamın temel
kaynaklan hürriyeti tahdit etmemiş sadece sınırlarını çizmiştir. Yeni
hürriyetler söz konusu olunca islamda yerlerinin olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekir. Çağımız anayasa ilmine göre islamın getirdiği
hürriyetleri şöyle tavsif etmek mümkündür.
Kişi güvenliği
Mesken dokunulmazlığı
Seyahat Hürriıyeti
İnanç hürriyeti
Grörüş ve düşünce hürriyeti
Çalışma ve kazanma hürriyeti
Mülk edinme ve yerleşme
hürriyeti
İslam hukukunda herhangi bir
fiil kanunlarda suç olarak yer almıyorsa faili cezalandırılamaz. Yine işlemde
asıl olan hürriyetlerdir. Yasaklar hayatta bulunanın neneline göre arizi
sayılmıştır.
IX.
İslam Devletinin Esasları
1. Kuvvetin kanunda
toplanması
2. Adalet
3. Dayanışma (Müşavere)
4. Liyakat
5. Sosyal dayanışma
Cemiyet halinde yaşamanın
asgari şartlarını düzenleyen vahiyler sınırlıdır. Bunlar daha ziyade hayatı
düzenleyen hukuka kaynaklık etmektedirler. Temel kaynaklarda en çok adalet
üzerinde durulmuştur.
İslamda en kutsal değer.
Hakkı sahibine ulaştırmaktır. Adalet ancak kanun önünde eşitlikle mümkündür. Bu
hususta Hz. Peygamber'e bile bir ayrıcalık tanınmamıştır. İslamiyet
Müslümanlarla gayrimüslimlerle bir arada yaşamalarını ve zımmilerin hukuklarını
gözetmeyi temel bir ilke olarak kabul etmiştir. Cezai ve medeni kanunlar
nazarında müslüman, zımmi farkı yoktur. Zımmiler kendi yaşadıkları bölgelerde
kendi kanunlarını uygulamakta serbesttirler. Şayet zımmiler mecbur olmadıkları
askerlik hizmetini yaparlarsa cizyeden vazgeçilir ve kendilerine hizmetinin
bedeli ödenir. İslam ceza hukukunda suçların şahsiliği ilkesi vardır.
Devlet hayatında müşavere
mevzuu üzerinde de çokça durulmuştur. İstişare sonucu varılan karara devlet
başkanının veto ile karşı gelme hakkı bulunması devir ve şartlara göre halkın
tercihine bırakılmıştır.
Kuranda 20 ayrı yerde
namazdan sonra zekat zikredilerek sosyal dayanışmaya verilen önem
anlatılmıştır. Sadaka ve zekat aynı prensipten doğmakla beraber fiilen
ayrılmaktadırlar. Sadaka şahsi ve vicdanla Allah arasındadır. Zekat ise mecburi
karakterdedir. Vergi veya iane şeklinde devlete veya ictimai müesseseye zekat
verilmez. Zekat sadece üretken mallardan alınır.
Toprak ürünlerinden alınan
zekata öşür denir.
X.
İslam Devletinin Diğer Devletlerle İlişkileri
İslam barış anlamına gelen
selamdan türemiştir. Barış islam devletinin en önemli amaçlarından birisidir.
İslam telakkisine göre devletler arasındaki ilişki politik, askeri menfaatlere
dayanmayıp ahde vefa ilkesini esas almaktadır. Karşı taraftaki müslümanların
menfaati olsa bile yapılan ahdin bozulmasına cevaz verilmemiştir. Hz.
Peygamberin “İnsanlarla Allah'tan başka ilah yoktur, demelerine kadar
savaşmakla emrolundum” sözü pek çok islam hukukçusuna göre müslümanlara yapılan
tecavüze karşı koymak, islam davetçilerini himaye müslümanlara yardım etmek,
din hususunda düçar oldukları fitneyi izale etmek için savaş yapılmalıdır
şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca Şafiilerin bazıları savaşın asıl amacının
kafirleri öldürmek değil onları hidayete ulaştırmak olduğunu söylemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder